We Want Clean Football

|

Dinleyin az. Az önce kafasına elma düşünce yer çekimini bulan Newton gibi bulduk diye haykırmak istedik. Aslında bir şey bulduğumuz felan yoktu. Parçaları birleştirip şuraya karalayalım dedik. Nasıl olsa kese bol. Yıllardır sorulur durulur. Aynı evde yaşayan iki kardeş, okulda aynı sırada oturan iki arkadaş neden birbirine yuvarlak bir top yüzünden düşman olur? Bir de bu düşmanlığın ülkemizde en üst seviyede olmasının sebebi nedir? Glasgow - Celtic olayındaki, Boca - River olayındaki, Lazio - Roma olayındaki toplumsal farklılıkların yarattığı düşmanlığın futbolda da olması gayet normaldir çünkü. Tek farklılığı İstanbul'un iki farklı yakasında olması olan iki kulüpteki bu düşmanlığın sebebi nedir?

Geçmişe baktığımızda pek çok dostluk olayları karşımıza çıkıyor. Taraftarların birbirine olan ezeli rekabeti, düşmanlığa getirdiğini ise son yıllarda görüyoruz. Son 13 yılda ise tavan yaptığı da bir gerçek. Öncesinde darbe döneminde toplumum gazını almak için belirli güçler tarafından kullanılmış olabilir ancak futbolun kendi doğasından kaynaklanan düşmanlık son 13 yıla dayanıyor.

1905 yılında kurulmuş bir futbol takımı başarılar kazanırken bundan 2 yıl sonra kurulan bir kulübün kurulma amacı bellidir. 1905 yılında kurulan takımı yenmek. Çünkü ülke düzeyinde tekeli yıkmak için bu gerekecektir. Kola piyasasını kapmış Coca Cola'yı ülke çapında geçmek için çeşitli iftiralar atmak gibi. Bu olay sıradan bir muhtarlık seçiminde de böyledir, dernek başkanı seçiminde de. Kurulma amacı Galatasaray'ı yenmek olan bir kulübün başına bunu kendine hırs edinmiş bir başkan gelince de yukarıdaki soruların bir çoğu cevaplanmış oluyor aslında. Günümüzde yeni yönetimle birlikte kulübümüz neredeyse her branşta yeni transferler ve atılımlar içerisinde. Bu atılımı içerideki futbol teröristi 10 yıl önce yapmış ve başarısız olmuştu. Çünkü ülkeye basketbolu getiren, voleybolda başarıla kazanıp belli bir camia oluşturmuş Galatasaray'ı yıkmanın sadece transferle olmayacağına inanıyordu. Tüm branşlarda başarılı olabilmek için Orta Doğu liderlerinin 30 yıl önce yaptıklarını yapmanın gerekli olduğuna inanıyordu. Öncelikle kendi kulübünde çatlak ses çıkarmayacak şekilde kadrolaşmaya gidilmeliydi. Kulüpte muhalif sesler kesildikten sonra taraftara el atmak gerekecekti. Olası başarısızlıkta taraftar yöneticileri yönetimi savunmalıydı. Böylece bedava bilet-karaborsa olayı da ilk kez organize bir şekilde futbolumuza girmiş olacaktı. Buradaki ranttan nemalanmak isteyen mafya babaları türk tribünlerine bunun sonucunda girecekti. Olası muhalif seslerde, medya baskısında, tribünsel protestolarda, futbolcu dövmelerinde kullanılacaktı. Artık kulüpte bir padişahlık dönemi başlıyor ve hırslı başkan projesinin ilk ayağını tamamlıyordu. Bunun sonucunda Galatasaray taraftarlarına sidik torbaları yağdırılıyor, kulüp tarafından taraftar kanalizasyonlarda tutuluyor, oturacakları koltuklara tezekler sürülüyordu. Paranın çok şey olduğu ülkemizde de kardeş, kardeşe bunu yapıyor ve nefret tohumları atılıyordu.

Sırada kulüpten çıkıp, ülke futboluna hükmetmenin zamanı gelmişti. Bir bakıma çıraklık dönemi bitmişti ve medya önemliydi bu noktada. Sponsor aracılığıyla son model lüks araçlar dağıtılacak, medyanın önemli kalemleri satın alınacaktı. Mevcutta zaten alınmışlar vardı. Bununla birlikte de medya neredeyse tek ele dönecekti. Gelecek tek emire göre hareket edecek, istendiği gibi yönlendirilecekti. Böylece çeşitli dönüm noktalarında topluma yön verilecek ve kulüp lehinde usulsüzce kararlar çıkmasına yardımcı olacaktı.

Kulüp herhangi bir alanda başarıyı hedeflerken olaya her yönüyle hakim olmaya çalışıyordu. Basketbolu ele alırsak, yayın ihalesi camianın önde gelenlerinden birisine veriliyor ve şube büyük takım olma yolunda destekleniyordu. Ligin isim hakkı, kulüp sponsorları ve federasyon sempatizanlar tarafından destekleniyor ve rakiplerine kat kat bütçelerle sahaya çıkıyordu. Burada sıkıntı yoktu. Ama bazıları bu desteği Türk sporuna soktuğunu iddia edip federasyon içinde kadrolaşıyor, kritik zamanlarda akıllarda soru işareti bırakan kararlar alınıyordu. Aynı sistem voleybol v.b. şubelerde de izleniyor ve başarı sağlanıyordu.

Tüm bu sistemleri futbol üzerinde uygulamak popüleritesi sebebiyle zordu. Ama yapılmalıydı. Biraz geç olarak bu sistem futbola kuruluyor ve günümüzdeki olaylar patlak veriyordu. Yayın, sponsor, isim hakkı gibi gelirlerdeki artışın tek sebebi olarak kendisini gösteren şüpheli şahıs, kulüpler birliği adı konulan Türk futbolunu pazarlama vakıfı aracılığıyla federasyon içerisinde istediği her şeyi yaptırıyordu. Bunun için de kendisine seçtiği maşaları dışarıda kendisinden daha çok çalışıyordu. Düne kadar vakıfa düşman olan şahıs, vakıfın 1 numaralı adamı olmuş, kendisine vakıftan atmak isteyen paragözleri de 321 milyon dolara satın almıştı. Kulüpler birliği üyesi satılmış kulüpler, hukuksuz bir kararın altına imza atılırken söz birliği yapmış gibi sırasıyla bu davranışa destek veriyordu. Aynı dakikalarda da kulüplerin bağımsız taraftar oluşumları hukuksuzluğa karşı çıkıyor ve yönetimlerini paranın kölesi olmakla suçluyordu.

Paranın işin içine girdiğinden beri büyük tutkuyla bağlı olduğumuz futbol elimizden uçup gitmişti. Tüm dünyada yayılan endüstriyel futbol ülkemize bir yöneticinin kişisel hırsları sayesinde sıçramıştı. Futbolu sosyeteleştirme çabaları durumu bu hale getirmiş, paranın olduğu her yerde olduğu gibi çıkarlar en ön plana geçmişti. Endüstriyel futbolun, sadece kapalı tribünü kaybetmek olduğunu düşünenler yanılmış, koyun sürüsü dahi yönetemeyecek para babaları hayatını Galatasaray fikstürüne göre ayarlayan bizlerin hayatını mahvetmişti. Paranın olduğu yerde futbolun ruhunu aramak karhanede romantizm aramaya benzerdi. Ama inanmış bir grup insanın mücadelesi bitmeyecekti. Şimdi burada, yarın başka yerde. Kim bilir nerede? Bilinmezdi.

1 yorum / Yorum Gönder:

Erdal Güngör dedi ki...

lotta continua! Mücadele devam ediyor son nefesimize kadar yılma yok!

elinize sağlık...

DEPO