Şizofreniya II.

|
Saat yine öğlene geliyor. Hiç uyanmasaydım diye düşünerek başlıyorum güne. Bir gün uyusaydım topyekün. Ne kaybedebilirdim ki sanki..


Mutfağa geçerek kahve suyunu koyuyorum ocağa. Başım ağrıyo yine her sabah ki gibi. Yüzümü yıkamaya giriyorum banyo'ya. Kırlaşmış saçlarıma bakıyorum anlamsızca. Zaten hepi topu ortada bir tutam kalmış bir de kenarlarda. Yüzüme çarpıyorum buz gibi suyu..


Kahvemi hazırlayıp salondaki penceremin önüne geçiyorum. Masanın üstündeki ufak radyomu açıyorum ve bir sigara yakıyorum. Islanmış sokaklara bakıyorum, bir hengame içerisinde sağa sola koşturan insalara bakıyorum, üst üste çıkmış araçlara bakıyorum. Radyo'da Cem Karaca'dan "Sen de başını alıp gitme" parçası çalıyor. Gençliğimi anımsıyorum bir an..


TV'yi açıyorum ve insanların birbirleriyle evlendirilmeye çalışıldığı bir programı izlemeye başlıyorum. Ben yaşlarda bir adam çıktı ve o çelimsiz haline rağmen 50 yaşında hatunu kaptı gözümün önünde. Kesin cebi doludur onun, evi barkı, yatı katı vardır diye söyleniyorum hem o naif kadıncağız napsın onu yoksa. Söylenmelerim bitince bende mi arasam ulan diye geçiriyorum aklımdan. Yalnızlık'da bir yere kadar, hem yaş 65'e dayandı bir sıcak çorba yapanımız olsa fena mı olurdu diye düşünürken uyuyakalıyorum..


Rüyamda O'nu görüyorum yine. Ben de seni sevmiştim diyor. Hayat işte olmadı, olamadı diyor. Git diyorum. Nolursun git artık. Ne seni ne de sensizliği yaşatmadın. Susuyoruz ikimizde. Öylece bakıyorum gözlerine. Ne de çok özlemişim. Gençken'de en az bukadar güzeldi diye geçiriyorum içimden. Susuyorum, susuyor, susuyoruz..


Uyandığımda mutfakta bir tas çorba buluyorum. Hem de en sevdiğimden, borş çorbası. Moskova'da tanışmıştım gençliğimde bu çorbayla. Onlara has bir şeymiş işte. O gün bu gündür hala da çok severim. İyi de kim getirmiş olabilir ki bu çorbayı? Neyse soğutmadan içmeli, soğuyunca pek bir şeye benzemiyor..


Akrep ve yelkovan 19:05'i gösterdiğinde saatimin alarmı çalmaya başlıyor. Evden çıkıyorum üstümü değiştirip. Her zaman ki meyhaneye giriyorum yine. Hoş geldin bey amcacım buyur geç masan hazır diyor genç garson. Bey babandır senin diyorum yine tüm aksiliğimle ve masaya ilerliyorum. Tüm masalarda oturanlar zamanla değişir hatta masalar bile değişir ama bizim masa ve oturanları değişmez yıllardır. Yine gelmiş bizimkiler..


Oturuyorum masa'ya hiç bir şey demeden. Kimse de bana bir şey demiyor zaten. Konuşmadan rakılarımızı içmeye başlıyoruz yine. Herkes gelmeden içmeye başlamaz kimse, eski alışkanlıktır bizde. Biz öylece sus pus içerken mekanın sahibi geliyor yanımıza. Bu akşamki maçı özel bir şifreli kanal veriyor ama sizin için aldım vallahi diyor. Eyvallah diyoruz. Maç başlıyor..


Tüm maç hiç usanmadan tribünler hakkında yorumlar yapıyoruz. Bizim zamanımızda.. Hatırlıyor musunuz.. Bir gün.. ile başlayan cümleler ardı arkası kesilmeden sürerken maç bitiveriyor. Hepimiz kafayı bulmuşuz, moralimizde bozuk. Biz TV'den maç izleyecek adammıydık be..


Meyhane kapanırken çıkıyoruz sokağa. Manasızca bir birine bakıyor herkes. İçimizden birisi, ya hani bizim bir bestemiz vardı nasıldı o diyor. Gerisi harbiden yanlış mıydı neydi yahu diye üsteliyor. Biraz alkolün etkisi biraz da kabul etmeli ki ihtiyarlıktan hatırlayamadık. Yolu ortasında öylece duruyorduk. Ağır ağır yürümeye başladık semtin ara sokaklarından evlerimize doğru. Sonra bir anda başladık hep bir ağızdan;


CİM BOM BOM'UM SENSİZ
YAŞAMAK ÇOK ZOR İNAN
BİR TEK SENİ SEVDİM
GERİSİ HARBİDEN YALAN
***


Bu hikayede anlatılan tüm kişi ve kurumlar tamamen hayal mahsülüdür!


ultrAslan-KARŞI - ARŞİV 

0 yorum / Yorum Gönder:

DEPO